4 Şubat 2024 Pazar

Onun virüsü, sizin kâbusunuz olsun mu? / Mehmet Taştan

20. yüzyılın, üzerinde en çok konuşulan eserlerinden biri kuşkusuz George Orwell’ın “1984” adlı romanıdır. ‘Kendi’ kalmaya çalıştığı için hayatı kâbusa dönen roman kahramanı Winston Smith evinde bile özgür değildir. Çünkü odasına yerleştirilen tele-ekran tarafından sürekli izlenmektedir. Ancak eserin yazıldığı 1948 tarihi itibariyle tele-ekran kurgusu fazlaca fantastik bulunmalı ki kitaba “1984” adı verilmiş… 

O gün kurgu olan şey, yüzyıl geçmeden gerçek oldu. Evlerimizde yaptıklarımız bile başkaları tarafından izlenir ve kayda alınır hale geldi. Kişisel verilerimiz, not defterimizin meselesi olmaktan çıktı. Bize hizmet sunan kurum ya da şirketlerin ana belleklerinde yer tutmaya başladı. Artık, hayatımızı kolaylaştıran her hizmetin görünmez bedeli olarak, kişisel verilerimiz hizmeti sunanların eline geçmekte... Yararlandığımız hizmetler arttıkça başkalarınca depolanan kişisel verilerimiz de o nispette çoğalmakta, özel hayatımız başkalarının kontrolündeki dijital materyallerin kusursuz hafızasında saklanmaktadır.

Kullandığımız cep telefonları, kimlerle hangi sıklıkta görüştüğümüzü, hangi gün ve saatte nerede olduğumuzu unutmaz. Girdiğimiz internet siteleri, dinlediğimiz müzikler, izlediğimiz filmler nasıl biri olduğumuzun anlaşılmasına imkân sağlayacak izler bırakır bir yerlerde… Kredi kartını kullandığımız banka, on yıl önce yediğimiz yemeğin faturasını belleğinde saklar.  Kaldığımız oteller, seyahat biletlerimiz, pasaportumuza basılan damgalar geçmişimizin hafıza kartlarıdır. Oturduğumuz evin girişinden, kamusal alanlara kadar güvenliğimizi sağlasın diye kurulan kameralar sektirmeden bizi takip ederler. Hatta üzerine vazife olmadığı halde kullandığımız güzergâhları kayıt altına alan otomobilimizin elektronik beyni, eve olan uzaklığımızı ve ne kadar zamanda evde olabileceğimizi söyleyerek, kuşatılmışlık duygumuza tavan yaptırabilir.

Soy kütüğümüz, malvarlığımız, mahkeme kayıtlarımız, hastanelerdeki tetkik ve tedavi bilgilerimiz hep kayıt altındadır. Üstelik eskiden sadece tozlu raflara girmeyi göze alabilen az sayıdaki meraklının ulaşabileceği bu bilgiler, şimdi ilgili kişinin bir tuşa dokunma mesafesi kadar yakınındadır.

Söylemek gerekir ki, bu veri depolamalarının mühim bir kısmı ticari kaygılardan ziyade, kamusal gerekliliklerden kaynaklanmaktadır.  Zira kamu güvenliğinin sağlanması, kamu sağlığının korunması, suç işlenmesinin önlenmesi ya da işlenen bir suçun faillerine ulaşılabilmesi bakımından bu kayıtların tutulması hayati öneme sahiptir. Ancak özel hayatın gizliliği, anayasal bir hak olduğundan, meşru bir sebep olmaksızın bireyin kişisel verilerine girilmesi, kullanılması, ifşa edilmesi suç sayılmıştır.

Düzenleme ilk bakışta gayet basit görünmektedir. Haklı bir sebep varsa bireyin kişisel verilerine girebiliriz, yoksa giremeyiz. Ne var ki, yasa metinlerini beyaz kâğıda yazmak, hayata uygulamaktan her zaman daha kolaydır. Çünkü hayat, yasa koyucunun öngördüğü ihtimallerin daima ötesine geçmektedir.

Yine öyle oldu. Aradığımız cevabın, elimizle koyduğumuz yerde durmadığını gösteren soru da aile hekimi bir dostumdan geldi. “Biliyorsun” dedi. “Kadın ve erkeğin evlenmeden önce sağlık taramasından geçmesi ve sağlık raporu alması gerekiyor. Önüme gelen taraflardan birisi aidsli çıkarsa, bunu mahrem bilgi deyip saklamalı mıyım yoksa evleneceği kişiye söylemeli miyim” diye sordu.

“Söylemelisin. Çünkü orta yerde birbiriyle yarışan iki hak var” dedim. “Aidsli hastanın kişisel verisi, evleneceği kişinin sağlığı, hatta belki hayatı… Yarışan haklar arasında adil denge kurmak gerekir.[1]  Bir kişinin kişisel verisini koruyacağız diye diğer tarafı ona feda edemeyiz.”

“Ben de öyle düşünüyorum ama İstanbul’da gerçekleşen bir olayda, sağlık müdürlüğü, hekime, ‘yönetmelik ve genelgeler hastanın mahremiyetini üçüncü kişiyle paylaşmayı yasaklıyor, onun için bu bilgiyi müstakbel eşine söyleyemezsin’ demiş.”

Vakanın devamında ne olmuştur bilmiyorum ama Sağlık Müdürlüğünün görüşünü kabul etmek mümkün değildir.

Çünkü kurallar arasında bir astlık üstlük ilişkisi vardır. Kelsen Piramidi adı verilen o hiyerarşiye göre, yönetmelik ve tüzük gibi idari düzenlemeler yasaya, yasa da anayasaya uygun olmak zorundadır. Bu zorunluluğa rağmen, temel metinlere aykırı bir idari düzenleme yapılmışsa, o düzenleme ya yorumla temel metne uygun hale getirilir ya da yok sayılarak olaya doğrudan temel metin uygulanır.

Bu nedenle normlar hiyerarşisine göre, üstün ve bağlayıcı olan anayasa ve yasa hükümlerini yok sayarak, yönetmelik ve genelge gibi idari düzenlemelere dayanan tatbikat, günü kurtarmaya yetse de  hukuka uygun olmaz.

Kuralların koruduğu haklar da tekdüze değildir. Kimyadaki elementler gibi hakların özgül ağırlıkları da birbirinden farklıdır. Toplumun gelişmişlik seviyesine göre sürekli genişleyen haklar arasında “yaşama hakkı” en üstün haktır. Trafikte ambülansın, birinci geçiş önceliğine sahip olmasının nedeni de yaşama hakkının en üstün hak olmasından kaynaklanmaktadır.  O yüzdendir ki, dağda donma tehlikesi geçiren bir kişinin başkasına ait kır evine girip, geceyi orada geçirmesi konut dokunulmazlığını ihlal ve mala zarar verme suçlarını oluşturmaz. Zira hayatta kalabilmek, yani yaşama hakkını koruyabilmek için zorunluluk halinde işlediği bu fiiller hukuka uygun hale gelmekte, suç olmaktan çıkmaktadır.


Yaşama hakkının en üstün hak olmasının doğal bir sonucu olarak, diğer bir hakla çatışması halinde, “yarışan haklar arasında adil denge kurulur[2]” kuralı gereğince, ibre hep yaşama hakkının korunmasından yana olur. Terazinin diğer tarafında, özel hayatın gizliliği kapsamında kalan kişisel verilerin olması sonucu değiştirmez. Yaşama hakkına ilişkin koruma, sadece ayaklanma ve isyan gibi çok istisnai hallerde zayıflamaktadır. Bunun dışındaki durumlarda yaşama hakkı mutlaktır. Özel hayatın gizliliği ise nispi bir haktır. Başkasının haklarının korunması amacıyla özel hayata müdahale edilebilir.

Anayasamız, insan haklarını koruma konusunda devlete negatif ve pozitif yükümlülükler yüklemiştir. Bunun ne demek olduğunu anlamak için eski bir hikâyeyi hatırlamakta yarar var.

Malum Büyük İskender, fıçı içinde yaşayan Diyojen Sinop’u ziyaret edip sorar: “Benden bir isteğin var mı?” Bilge, cevap verir: “Gölge etme, başka ihsan istemem.” İşte bu cevap, devlete negatif sorumluluğunu hatırlatmaktır. Tıpkı bunun gibi bireyin devlete hitaben söyleyeceği, “Beni öldürme… Konutuma girme… Telefonumu dinleme…” şeklindeki sözlerden her biri devletin negatif sorumluluğunu hatırlatmaktır. Bu örnekler üzerinden gidersek, devletin negatif sorumluğu, kişiye gölge etmemek, kişiyi öldürmemek, konutuna girmemek, telefonunu dinlememektir.

Devletin pozitif sorumluluğu ise, bireyin yaşama hakkına, konut dokunulmazlığına, haberleşme gizliliğine yönelik olarak başkaları tarafından yapılacak saldırıları önlemektir. Üçüncü kişilerin bize yönelik olarak işlediği bu suçlar sebebiyle derhal polisi aramamız devletin pozitif yükümlüğüne olan inancımızı göstermektedir.

Buna göre, evlilik için yapılan sağlık taramasında taraflardan birinde tespit edilen tehlikeli bir bulaşıcı hastalığın, müstakbel eşten gizlenmesi, devletin müstakbel eşe karşı olan pozitif yükümlüğünü yerine getirmemesidir. Devletin, bu bilgiyi ondan gizlemesiyle, o tehlikeli virüsü bizzat enjekte etmesi arasında hiçbir fark yoktur. Zira devletin, bir kişiye bulaşıcı virüs enjekte etmemek negatif sorumluluğu iken, aynı eylemi bir başkasının yapmasına engel olmak da pozitif sorumluluğudur. 

Anayasa, kişi dokunulmazlığını şu şekilde güvence altına almıştır: “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.[3]

Bu düzenlemeyle devlet, bireyin beden ve ruh sağlığını korumayı garanti etmektir. Bir adım daha öteye geçerek, “Tabipler her nevi ameliye için hastanın evvelemirde muvafakatini alırlar[4]” şeklindeki yasa hükmüyle “aydınlatılmış onam” olmadan tıbbî müdahale dahi yapılamayacağını belirtmektedir. Bireyi korumak için kendisine bu kadar sınır koyan yani negatif yükümlülüğünü yerine getiren devletin,  aynı bireye evlilik yoluyla ölümcül bir mikrop bulaşmasına yol açacak eylem karşısında sessiz kalması "pozitif yükümlülüğün" ağır bir ihlali olacaktır. Zira devletin, maddi ve manevi varlığını korumayı ve geliştirmeyi garanti ettiği bireye karşı olan bu sorumluluğunu yerine getirmiş sayılabilmesi için, hem kendisinin o kişiye haksız müdahalede bulunmaması, hem de başkalarının yapacağı haksız müdahaleye engel olması gerekir.

Hal böyle olunca, yasanın zorunlu kıldığı evlilik öncesi sağlık taramasında ortaya çıkan bulaşıcı hastalık verilerinin, müstakbel eşten gizlenmesi devletin pozitif yükümlüğüne aykırı düşer. Zira devlet adına hareket eden kamu kurumu, bulaşıcı mikrobu taşıyan tarafla el ele verip, ölümcül bir mikrobu diğer taraftan gizleyerek, onun yaşama hakkını tehdit etmiş olur. Bu sakil durumun bütün sıkıntısı da, yönetmeliğe dayanılarak tıp etiğine aykırı davranmaya zorlanan hekimlere kalır.

Bu uygulama yasaya da aykırıdır.  Zira kanun koyucu şu hükümleri vaz etmiştir: Kişiler, evlenmeden önce doktor raporu almak zorundadır.[5] Frengi, belsoğukluğu, yumuşak şankr ve cüzzama olanlar bulaşma tehlikesi geçinceye ya da şifa buluncaya kadar evlenemezler.[6] İlerlemiş bulaşıcı verem hastalığı olanların nikâhı altı ay ertelenir. Bu süre zarfında iyileşme eseri görülmezse altı ay daha beklenir. Bu sürenin sonunda ilgili doktorlar her iki tarafa bu hastalığın tehlikesini ve evlenmenin zararlarını bildirmeğe mecburdur.[7]

Yüz yıllık bir kanunda yer alan bu düzenlemelerden bu gün ne anlamalıyız? Bu soruya sağlıklı bir cevap verebilmek için iki temel ilkeyi hatırlamak gerekir: 1. Yasa metinleri yorumlanırken kanun koyucunun iradesi göz önüne bulundurulur. Yani o hükmün hangi amacı gerçekleştirmek için konulduğu tespit edilir. 2. Kıyas yapmak suretiyle kural koymak medeni kanun tarafından korunan ve öngörülen bir yöntemdir. 

Bu ilkeler ışığında okuduğumuzda varacağımız sonuçlar şunlardır: 1. Kanun koyucu, eşleri, çocukları ve toplumu hastalıklardan korumak için evlilik öncesi rapor alınmasını zorunlu tutmuştur. 2. Yakın temasla bulaşan sınırlı sayıdaki bulaşıcı hastalık, bulaşma tehlikesi geçinceye kadar evlenme engeli sayılmıştır. 3. Verem hastalığı, evlilik erteleme nedeni sayılmakta ve ancak bir yıl geçtikten sonra her iki tarafın aydınlatılmış onamıyla evlenmelerine izin verilebilmektedir. Bu hükme kıyasla, günümüzde veremden çok daha tehlikeli olan Aids, Hebatit B, Hebatit C gibi bulaşıcı hastalıklarda müstakbel eşe bilgi verilmesi, yaşama hakkını, ruh ve beden sağlığını doğrudan etkileyecek bir kararı vermeden önce aydınlatılmış onamının alınması gerekir. Bu yapılmadığı takdirde bulaşıcı hastanın kişisel verilerini koruyalım derken, sağlıklı kişiye tuzak kurmuş, sağlığına ve belki de hayatına kast etmiş oluruz. 

Hele hele, evlilik için yapılan sağlık taraması sonuçlarının “üçüncü kişi” olduğu gerekçesiyle diğer taraftan gizlenmesi yapılan işin mahiyetinden bihaber olmaktır. Kadim bir hukuk kuralında belirtildiği gibi, “bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.” Evlilik amacı olmadan yapılan tıbbî tetkik sonuçlarının hastanın partnerinden gizlenmesi anlaşılabilir bir durumdur ve gereklidir. Çünkü bu olayda partner üçüncü kişidir. Ancak evlilik amacıyla yapılan sağlık taraması, bireyin kendisini değil, evleneceği kişiyi, aileyi ve gelecek nesilleri korumak için yapılır. Hal böyleyken, sağlık taramasının yapılma nedeni olan şahsın, üçüncü kişi sayılarak, hayatını kâbusa dönüştürme ihtimali içeren bilgilerin ondan gizlenmesi "evlilik öncesi rapor" kurumunun varlık nedenine aykırı olacak, rapordan beklenen fayda gerçekleşmeyecektir.

Temel normlar yok sayılıp, yalnızca idari düzenlemelere bakıldığında da uygulama sağlam bir zemine oturmamaktadır. Zira Sağlık Bakanlığı 2004 yılında yayınladığı bir tebliğle[8] dört gruptan oluşan 51 bulaşıcı “hastalığın toplum içinde yayılımını engellemek, sosyal sorunlara neden olmamak” için[9] zorunlu ihbar mekanizması getirmiştir. Aids ve frenginin de içinde olduğu en tehlikeli bulaşıcı hastalıklar A Grubunda[10] sıralanmış ve en yaygın ihbar ağına kavuşturulmuştur. İhbar mekanizmasını işletmeyen kişi ve kurumların uyarılacağı ve gerektiği taktirde cezai müeyyide uygulanacağı[11] belirtilmiştir. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele için ihbarı bu kadar önemseyen bir kurumun, bir başka idari düzenlemeyle, evlilik için yapılan sağlık taramasında tespit edilen aids, frengi gibi bulaşıcı hastalıkların diğer eş adayından saklanmasını isteğini düşünmek, izahı imkânsız bir çelişkiye yol açar.

Bütün kural ve ilkeleri yok saydığımızda da akla gelen soru şudur: Bilgilendirilmediği için aidsli biriyle evlenip hayatı kâbusa dönen kişi, sizin yakınınız olsaydı ne hissederdiniz? Adaletin kestiği parmak acımaz der miydiniz acaba?





[1] Anayasa Mahkemesi, 4/6/2015 tarih ve 2014/12151 BN Bekir Coşkun Kararı (p.47) R.G. Tarih 1/7/2015 Sayı 29403

[2] AİHM 19 Ekim 2005 Tarih ve 32555/96 BN “Case Of Roche V. The Unıted  Kıngdom” Büyük Daire Kararı

[3] 2709 Sayılı Anayasanın 17. Maddesinin birinci fıkrası

[4] 1219 Sayılı Tababet Ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 70. Maddesinin birinci fıkrası

[5] 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 136. Maddesinin birinci fıkrası 
 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunun 122. Maddesinin birinci fıkrası

[6]  1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunun 123. Maddesinin birinci fıkrası 

[7] 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunun 124. Maddesinin birinci fıkrası

[8] Sağlık Bakanlığının 6/11/2004 tarih ve 25635 sayılı RG’de yayınlanan Bulaşıcı Hastalıkların İhbarı ve Bildirim Sistemi Hakkında Tebliği

[9] Tebliğ m.9

[10] Tebliğ m.3

[11] Tebliğ m.9

Fikrî ve Sinaî Haklar Suçları -Yargıtay Kararları

A. GENEL İLKELER

İki Kişi Hazır Olmaksızın Yapılan Arama Usulsüzdür

Anayasa'nın 148. maddesi uyarınca herkesin Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunma hakkı vardır. Anayasa Mahkemesinin diğer kararları gibi bireysel başvuruları inceleyen Bölüm kararları da yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlamaktadır. Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin emsal nitelikteki bu kararı karşısında mevcut içtihatlar yeniden gözden geçirilmiş ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 28.04.2015 tarihli ve 464-132 sayılı kararında aramanın 5271 sayılı CMK'nun aramanın güvenirliliği ile ilgili 119/4. maddesinin "Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur" amir hükmüne aykırı olarak o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi hazır bulundurulmaksızın yapılması nedeniyle hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. Arama işleminin icrası bakımından hukuka aykırı olduğu kabul edildikten sonra, hukuka aykırı aramada elde edilen maddi delil dışındaki diğer deliller incelenmiş, sanığın tüm aşamalarda suçlamayı, aramada ele geçen şeylerin varlığını ve zilyetliğini kabul etmediği gözetilerek hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen deliller değerlendirme dışı tutulduğunda sanığın cezalandırılmasına yeterli delil bulunmadığı sonucuna varılmıştır. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 06.02.2020 tarih ve 2016/18-1146 Esas, 2020/68 Sayılı Kararı)

Savcının Arama Kararında Gecikmesinde Sakınca Bulunan Halin İzah Edilmemesi

Aramaya esas teşkil eden ihbarın 29/09/2015 tarihinde yapıldığı, 01/10/2015 tarihinde kolluk güçlerinin talebi üzerine Cumhuriyet Savcısı tarafından makul şüphe ve gecikmesinde sakınca bulunduğundan bahisle verilmiş yazılı bir arama izni bulunmasına rağmen arama kararında gecikmesinde sakınca bulunan halin gerekçesinin belirtilmediği, dosya içerisinde bulunan 01/10/2015 tarihli arama tutanağının tarih ve saati incelendiğinde aramanın hafta içi mesai saatleri içerisinde yapılmış olması nedeniyle arama kararının savcılık tarafından verilemeyeceği, buna göre yapılan aramanın usul ve yasaya aykırı olduğu, hukuka aykırı arama sonucu ele geçen eşyanın yasak delil niteliğinde olduğu, eşyanın kaçak olmasının durumu değiştirmeyeceği, sanığın suça konu kaçak sigaraları ticari amaçla bulundurduğuna dair bir ikrarının da olmadığı, Anayasa'nın 38/2, 5271 sayılı CMK’nun 206/2-a, 217/2, 230/1. madde ve fıkralarına göre, hukuka aykırı surette elde edilen delillere dayanılarak mahkumiyet hükmü kurulamayacağı ve bu gerekçeyle sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, dosya kapsamına uygun olmayan gerekçeyle beraat kararı verilmesi sonuca etkili görülmediğinden, katılan vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle sonucu itibariyle doğru olan hükmün onanmasına, oy birliğiyle karar verildi. (Yargıtay 7 CD 15/06/2021 tarih ve 2021/581 Esas, 2021/7919 sayılı kararı)

Arama Kararı Verilmesinde Ölçü

Soruşturma dosyasına konu suç kapsamında inceleme ve kıyasa konu ürünün şüpheli işyerinden alındığına dair dosya içerisinde herhangi bir fiş veya fatura bulunmadığı ve arama için makul şüphenin oluşmadığından bahisle arama talebinin reddine karar verilmiş ise de, müşteki şirketin Türk Patent Enstitüsü marka sicilinde tescilli ...... ibareli markaların sahibi olduğu, şüpheli işyerinde ise müşteki şirket ile arasında herhangi bir lisans anlaşmasının olmamasına rağmen Ümraniye İlçe Emniyet Müdürlüğünün 24/11/2019 tarihli araştırma ve tespit tutanağına göre müşteki firmaya ait markalara ait ürünlerin satışının yapıldığının tespit edildiği, dosya kapsamında alınan 10/12/2019 tarihli bilirkişi raporuna göre de incelenen ürünlerin marka taklidi eşyalar olduğu ve hem kullanılan işaretler hem de işaretlerin kullanıldığı ürünler bakımından ayniyet ve karıştırılması tehlikesinin olduğunun belirtildiği, kaldı ki müşteki firmanın şüpheli işyeri ile arasında lisans anlaşması veya satış konusunda izni olduğunun kabulü halinde orijinal ürünlerin satışı yapılması durumunda müşteki firmanın şüpheli işyerini şikayet etmesinin hayatın olağan akışına uymayacağının değerlendirilmesi karşısında, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 116/1. maddesinde yer alan 'Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir' şeklindeki düzenleme dikkate alındığında, soruşturmaya konu suç delillerin elde edilmesi amacıyla dosyada yer alan mevcut belgelerin arama için gerekli olan makul şüphenin oluşmasında yeterli olduğu cihetle, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesini yasaya aykırı bulunmuştur. (Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 21.01.2021 tarih ve 2020/1872 Esas, 2021/318 Kararı)


Fotokopi Cihazında Arama 

Tarayıcı ve fotokopi özellikli bir adet yazıcı 5271 sayılı Kanunu’nun 134. maddesi kapsamında kalmaz. Bu nedenle, yapılan arama ve el koyma işlemleri usulüne uygundur. (Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 24/11/2014 tarih ve  2014/17995 Esas, 2014/19487 Kararı)


B MARKA HAKKININ İHLALİ

Marka Hakkını İhlal Suçlarında Şikâyet Hakkı

Marka hakkına tecavüz suçlarında şikâyet hakkı, münhasıran marka sahibine ait olup, tescilli markanın sahibi olan ve marka korumasından doğan hakları tecavüze uğrayan gerçek veya tüzel kişiler şikâyetçi olabilir.

Diğer bir ifade ile şikâyet hakkını kullanacak marka sahibi Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde tutulan marka sicilinde, adına markanın tescil edildiği gerçek veya tüzel kişidir.

Şikâyet hakkı şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğundan bu hakkın başkaları tarafından kullanılması mümkün değildir. (Yargıtay 7 CD 29/12/2021 tarih ve 2021/23258 Esas, 2021/18914 Sayılı Kararı)

Orijinal Ürünle Taklit Ürün Mukayeseli Olarak İncelenmelidir

Katılan firma adına tescilli olan markalarla iktibas veya iltibas oluşturacak şekilde taklit olarak kullanılıp kullanılmadığı, kullanılmış ise katılanın hangi marka veya markalarına tecavüz edildiği, bu markaların suç tarihi itibariyle geçerli olup olmadığı ve marka tescil korumasının emtia grubunu kapsayıp kapsamadığı belirlenerek, suça konu üründe kullanıldığı iddia olunan marka ve logolar ile orjinal ürünlerde yer alan marka ve logoların karşılaştırılabilmesi için örnekleri veya resimlerinin de temyiz denetimine imkân verecek şekilde dosyaya eklenmesinden sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (Yargıtay 7. CD. 28.04.2022 tarih ve 2021/16560 Esas, 2022/9304 Sayılı Kararı)

Marka Hakkını İhlal Suçlarında Gerçek İçtima Hükümleri Uygulanır

TCK’na hâkim olan ilkenin gerçek içtima olması sebebiyle "kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza" söz konusu olur. Mağdurları, suçların konusu, fiil ve netice, korunan hukuki değer ve yargılama usulleri farklı, birbirinden ayrı ve bağımsız suçlar olan “dolandırıcılık” ve “marka hakkına tecavüz” suçlarının birbirine dönüşmeyeceği gibi hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olmaması sebebiyle olayda gerçek içtima hükümlerinin uygulanması gerekir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 10.06.2021 tarih ve 2018/19-615 Esas, 2021/270 Sayılı Kararı)

Marka Hakkının Kapsamı

Türk Patent Enstitüsü marka yenileme ve sicil kaydı belgelerine göre; katılan adına tescille olan ve davaya konu edilen ….. numaralı ticaret markasının 18 ve 25. emtia sınıflarında (bagajlar, bavullar, çantalar, seyahat çantaları, öteberi taşımada kullanılan çantalar, el çantaları, cüzdanlar, madeni para çantaları, omuza asılan çantalar; tuvalet malzemesi, ve kozmetik malzemesi çantaları, evrak çantaları, ortaba çantaları ve portföyler, kişisel organizerler için kılıflar, güneş şemsiyeleri, şemsiyeler ve bastonlar, anahtarlıklar ve anahtar mahfazaları; köpek giysileri, dış giyim eşyaları, yağmurluklar, paltolar, montlar, pardesüler, polo şörtler, bluzlar, elbiseler, pijamalar, trikolar, gömlekler, pantolonlar, takım elbiseler ve tayyörler, etekler, ceketler, iç giyim eşyaları, çoraplar, baş giyisileri, eşofmanlar; giysilerin parçası olarak hazır halde astarlar, kravatlar, kemerler, pelerinler, pançolar, eşarplar, şallar ve etoller.) tescilli olduğu ve 14/11/1997 tarihli resmi marka gazetesinde yayınlanıp, 08/10/2006 tarihinden itibaren on yıl müddetle yenilendiği anlaşılması ve bozma sonrası düzenlenen 10/05/2019 tarihli bilirkişi raporlarına göre; katılanın …. numaralı desen markasının cep telefonları ve bunların kılıflarının yer aldığı 9. emtia sınıfında tescilinin bulunmadığının belirtilmesi karşısında; Mahkemece sanığa yüklenen eylemin Türk Ticaret Kanununda düzenlenen haksız rekabet suçunu oluşturup oluşturmayacağı tartışılıp değerlendirilmelidir. (Yargıtay 19 CD 17/06/2021 tarih ve 2020/4003 Esas, 2021/6821 Sayılı Kararı)

Marka bir çok unsuru içeriyorsa tüketicide bıraktığı imaj önemlidir

Marka birden çok unsur içerdiği takdirde markanın asıl unsurunu, bütünü itibariyle görünüşü ve ayırt ediciliğini vurgulayan imaj oluşturur. Dosyada mevcut her iki ürüne ait renkli fotoğrafların incelenmesinde; suça konu ürün ile orijinal ürünler arasında renk, genel görünüm ve insan duyularında bıraktıkları izlenim bir bütün olarak değerlendirildiğinde; ortalama tüketiciler yönünden iltibas dahi oluşturmayacağı anlaşılmakla,  sanığın beraati gerekir (Yargıtay 19 CD 02.06.2021 tarih ve 2021/2785 Esas, 2021/6138 Sayılı Kararı)


C HAKSIZ REKABET 

Tescilli Marka Adının Domain Olarak kullanılması Haksız Rekabet Kapsamında Kalır

Katılan şirkete ait işaretin internet ortamında “sadece” alan adı olarak kullanılması, marka hakkına tecavüz suçunun seçimlik hareketleri arasında sayılmadığından, sanığın web sitesi içeriğinde katılan şirket adına tescilli “ulusoy” markasını kullanmayıp, www.ulusoytaşimacilik.com şeklindeki domain adresinde kullanmaktan ibaret eylemi marka hakkına tecavüz suçunu oluşturmaz, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda düzenlenen haksız rekabet suçunu oluşturup oluşturmayacağı mahkemece tartışılıp değerlendirilmelidir. (Yargıtay 19 CD 24/06/2021 tarih ve 2021/4403 Esas, 2021/7178 Sayılı Kararı)


Haksız Rekabetin Belirlenmesinde Ölçü

Haksız rekabetin varlığı için tarafların rakip olmaları, failin haksız rekabetten yarar sağlaması yahut eylemi gerçekleştirenin kusurlu olması zorunlu değildir. Haksız rekabetin varlığı için esas olan; ekonomik rekabet etme hakkının dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılmasıdır.

“Kötüleme”’nin “haksız rekabet” olarak nitelendirilebilmesi için öncelikle bir beyan olması; bu beyanın başkalarının şahsı, emtiası, iş mahsulleri, faaliyetleri yahut ticari işleri hakkında olması; nihayet bu beyanın yanlış, yanıltıcı veya lüzumsuz yere incitici olması gerekir. Yanlış beyan, içeriği gerçekle bağdaşmayan, belirli bir vakıa veya olay ya da durum hakkında içeriği objektif olarak yanlış olan açıklamalardır. Yanıltıcı beyan, mahiyeti, tarzı ve içeriği birlikte değerlendirildiğinde açıklamanın muhatabının hataya düşmesine sebep olabilecek, yanlış izlenim bırakabilecek açıklamalardır. Lüzumsuz yere incitici beyan ise içeriği doğru olmakla birlikte ölçüsüz bir şekilde ve amacını aşarak kişi, faaliyetleri, iş ürünleri vb. hakkında olumsuz intiba yaratan açıklamalardır. (Suluk, Cahit / Karasu, Rauf / Nal, Temel: Fikri Mülkiyet Hukuku, Ankara, 2017, s.428)

Açıklamanın “yanlış” olup olmadığını tespit bakımından yegâne ölçüt gerçekle bağdaşıp bağdaşmadığıdır. Açıklama gerçek ise bu durumda haksız rekabetten bahsedilemez. Buna karşılık açıklamanın “yanıltıcı” olup olmadığı veya “lüzumsuz yere incitici” olup olmadığı tespit edilirken kullanılacak ölçüt açıklamanın orta yetenekteki olağan muhatabıdır.

Başka bir deyişle açıklama hangi kişi grubuna yapılıyor ise o kişi grubuna mensup orta yetenekteki bir kişinin açıklamayı anlama biçimi esas alınacaktır. Dolayısıyla bir açıklamanın belirli kişi veya kişiler tarafından ne şekilde algılandığı değil, açıklamanın orta yetenekteki olağan muhatabının algılama şekli önemlidir. (Ülgen, Hüseyin / Helvacı, Mehmet / Kendigelen, Abuzer / Kaya, Aslan / Nomer Ertan, Füsun: Ticari İşletme Hukuku, İstanbul, 2015, s. 540) (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10/06/2020 tarih, 2017/39 Esas ve 2020/396 Sayılı Kararı)


Tasarım hakkı ihlali haksız rekabet olur

Müşteki adına tescilli tasarımın 12/09/2019 tarihli ek bilirkişi raporuna göre 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun 4. maddesi kapsamında eser vasfında değerlendirilemeyeceğinden, eylem haksız rekabet suçu kapsamında kalmaktadır (Yargıtay 5 CD 18.05.2023 tarih ve  2023/5044 Esas,  2023/6438 Sayılı Kararı)


Boş Tüpler Haksız Rekabet

Gaz bayisi olduğunu beyan eden sanığın savunmalarında “tespit edilen boş tüplerin müşterilerin takas için verdiği tüpler olduğunu, bu tüpleri takas işi yapan kişilere verip, karşılığında kendi firmalarına ait tüpü aldıklarını” söylemesi ve sanığın boş olarak aldığı bu tüpleri doldurup sattığına veya doldurulan tüpleri satışa arz ettiğine dair dosya kapsamında herhangi bir delil bulunmaması karşısında; Türk Ticaret Kanunu'nun 54. ve 55. maddesinde belirtilen haksız rekabete ve dürüstlük kuralına aykırı bir davranışı bulunmayan sanığın unsurları oluşmayan suçtan beraatine karar verilmesi gerekir. (Yargıtay 7 CD 26/10/2021 tarih ve 2021/20137 Esas, 2021/13679 Sayılı Kararı)
 

Basında Yapılan Haber-Haksız Rekabet

Sanıkların sorumlu ve yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendikleri yayın organında, müşteki kurumun ticari faaliyetlerinin yasıl izne dayanmadığı yönündeki eleştiri niteliğindeki haberin yayınlanmasının, iktisadi rekabet ortamının belirli bir ticari işletme lehine bozulmasına neden olacak onun faaliyetlerini avantajlı konuma getirecek nitelikte haksız rekabet fiili kapsamında değerlendirilemeyeceği gibi, 6762 sayılı Kanun'da basının sorumluluğunun hukuki manada bir sorumluluk olarak düzenlendiği gözetilerek sanıkların beraatine karar verilmesi gerekir (Yargıtay 7 CD 19/06/2014 tarih ve 2014/3650 Esas, 2014/12457 Sayılı Kararı)


TÜRSAB'a Üye Olmadan Acenta Faaliyeti

Sanığın bakanlıktan belge almaksızın seyahat acentalarının yapabileceği faaliyette bulunmak şeklinde gerçekleştirdiği eyleminin 1618 sayılı Kanunun 30. maddesinde tanımlanan kabahat fiilini oluştur  (Yargıtay 19. CD  25/01/2018 tarih ve 2017/4751 Esas,  2018/797 Sayılı Kararı).

Marka Hakkı Kapsamına Girmeyen Ürün Satışı

Bilirkişi raporlarına göre; katılanın 176460 numaralı desen markasının cep telefonları ve bunların kılıflarının yer aldığı 9. emtia sınıfında tescilinin bulunmadığının belirtilmesi karşısında; Mahkemece sanığa yüklenen eylemin Türk Ticaret Kanununda düzenlenen haksız rekabet suçunu oluşturup oluşturmayacağı hususu karar yerinde tartışılmalıdır (Yargıtay 19. CD  17/06/2021 tarih ve 2020/4003 Esas,   2021/6821 Sayılı Kararı).

Şüphelilerin, müştekiye ait ''Kuşkonmaz bariyer'' adlı tescilli faydalı modeli, numunesi üzerinden taklit şekilde üretip piyasaya sürdükleri şeklinde iddia edilen  eylemlerinin TCK'nın 157/1 maddesinde düzenlenen suçu unsurları bulunmadığından  oluşturmayacağı, ayrıca 6769 sayılı Sınai Haklar Kanunu ve iptal edilen 554 sayılı KHK göz önünde bulundurulduğunda faydalı model kapsamına giren taklit ürün satışının özel yasalarda da cezai olarak yaptırım altına alınmadığı, TTK 55 ve 62. maddesindeki haksız rekabet halleri ve cezai yaptırım maddelerinde de eyleme uyan suçun bulunmadığı nazara alınmalıdır (Yargıtay 15. CD   09/07/2019 tarih ve 2019/4819 Esas,    2019/7682 Sayılı Kararı).


Başkasına ait özgün ürün fotoğraflarını paylaşmak

Düzce ilinde mobilya imalatı, satış ve montajı işiyle uğraşan sanığın; Ankara - Siteler'de daha çok ahşap oyma işlerinden oluşan cami minberi, kapı ve iç dekorasyon malzemeleri üretim ve satışı işiyle iştigal eden katılanın ortağı olduğu şirketin internet sitesinde erişime sunulan reklam ve ilanlarla, anılan şirket tarafından hazırlanmış katalogda bulunan özgün ürün fotoğraflarından birkaçını derleme halinde kendi internet sitesi içeriğinde erişime sunması eylemi,  6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 57 vd. maddelerinde düzenlenen "haksız rekabet" suçunu oluşturur. (Yargıtay 19. CD 10/04/2017 tarih ve 2015/33283 Esas,   2017/3248 Sayılı Kararı).

 

Ürünü Kötüleme-İfade Özgürlüğü

Dava, haksız rekabete dayalı maddi ve manevi tazminatın istemine ilişkindir. Mahkemece, iddiaların ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de davalının kabulünde olan müşterisi … firmasına gönderdiği 04.03.2012 tarihli e-mailde “davacının, ayçiçeği tohumlarının %50’sini …’dan, %50’sini …’dan alıp karıştırdığı, böylece ürünlerin hektolitresinin çoğaltıldığı, … mahsulü ayçiçek tohumlarının daha kirli olduğu, ürünler kızartıldığı zaman, bazı kısmının kahverenginde olduğu, bazı kısmının ise yeterince kızartılmadığının görüleceği” ifade edilmiş olup, davalı bu e-maildeki açıklamaların fiyat ve kalite yönünden müşteriyi aydınlatmaya yönelik objektif bilgiler içerdiğini savunmuştur. Davalının e-mailinde geçen anılan ifadelerinin davacının ürünlerini kötüleme içerdiği sabittir. Ancak, ifade özgürlüğü çerçevesinde vakıa, olay ve şahsi fikirler kural olarak açıklanabilir, dolayısıyla prensip, gerçeklerin ve yorumların her zaman açıklanabileceğidir. Bir kişi ya da faaliyetleri ile ilgili yapılan olumsuz açıklama ya da beyanlar tek başına haksız rekabet teşkil etmez. Kötüleme içeren açıklama ancak yanlış veya yanıltıcı ya da gereksiz yere incitici ise haksız rekabet olarak nitelendirilebilir (Doç. Dr. N. Füsun Nomer Ertan, 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanununa Göre Haksız Rekabet Hukuku). 

Bu durumda mahkemece, tarafların iddia ve savunmaları ile delilleri bu kapsamda ele alınıp davalıdan sadır olan e-maildeki ifadelerin yanlış, yanıltıcı ya da gereksiz yere incitici olup olmadığı, dolayısıyla haksız rekabet teşkil edip etmediğinin değerlendirilerek ulaşılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekir. (Yargıtay 11 Hukuk Dairesi 28.5.2018 tarih ve 2016/12322 Esas, 2018/3983 Sayılı Kararı)

Haksız rekabette şikayet hakkı 

TTK 56'da bu suçtan kimlerin şikayet hakkını kullanabileceği üç fıkrada düzenlenmiştir:

1- Haksız rekabet sebebiyle müşterileri, kredisi, meslekî itibarı, ticari faaliyetleri veya diğer ekonomik menfaatleri zarar gören veya böyle bir tehlikeyle karşılaşabilecek olan kimse;
2- Ekonomik çıkarları zarar gören veya böyle bir tehlikeyle karşılaşabilecek müşteriler,
3- Ticaret ve sanayi odaları, esnaf odaları, borsalar ve tüzüklerine göre üyelerinin ekonomik menfaatlerini korumaya yetkili bulunan diğer meslekî ve ekonomik birlikler ile tüzüklerine göre tüketicilerin ekonomik menfaatlerini koruyan sivil toplum kuruluşlarıyla kamusal nitelikteki kurumlar.

D TELİF HAKLARINI İHLAL

Eser Üzerinde Hak Sahipliği

Özgün matematik soru ve cevapları ilim ve edebiyat eseridir. Mahkemece, matematik soru ve cevaplarının eser mahiyetinde olmadığına dair değerlendirmesi doğru değildir. Kanun'un birlikte eser sahipliğini düzenleyen 10. maddesindeki, "Birden fazla kimsenin iştirakiyle vücuda getirilen eserin ayrılmaz bir bütün teşkil etmesi halinde, eser sahipliğinin onu vücuda getirenlerin oluşturduğu birliğe ait olacağı, bir sözleşmede veya hizmet şartlarında veya eser meydana getirildiğinde yürürlükte olan herhangi bir yasada aksi öngörülmediği takdirde eser üzerindeki hakların eser sahipliğini oluşturan gerçek veya tüzel kişiler tarafından kullanılacağı ve eser sahiplerinden her birinin, birlik menfaatlerine tecavüz edildiği takdirde tek başına hareket edebileceği" yönündeki düzenleme karşısında davaya konu soru bankası kitaplarında hangi soruların davacı tarafından hazırlandığının ispat edilemediğine dair gerekçe de yerinde değildir. (Yargıtay 11. HD, 21.10.2019 Tarih, 2018/5325 Esas, 2019/6552 Sayılı Kararı) 

''...davacının fotoğrafının izin alınmadan davalılar tarafından ticari amaçlı olarak reklamda kullanılması FSEK’in 86. maddesi ve TMK’nın 24. maddesi kapsamında davacının kişilik haklarına tecavüz teşkil eder. (Yargıtay. 11. HD, 01.04.2019 tarih E. 2018/479 Esas, 2019/2456 Sayılı Karar)

İntihal

Davacıya ait eserin FSEK’nun 2 nci maddesi kapsamında ilim ve edebiyat eseri niteliğinde olduğu, iktibasın, yeni meydana getirilecek eserin bağımsızlığını ve özelliğini ortadan kaldıracak ve asıl esere olan ihtiyacı giderecek ölçüye varmaması gerektiği, yeni fikir ürününün başka eserlerden alınan parçalara rağmen yaratıcısının bağımsız fikri çalışmasını yansıtması, yani özellik taşıyan ayrı bir eser sayılması ve iktibasların miktar olarak yeni esere galip gelmemesi gerektiği, maksadın haklı göstereceği ölçüyü aşan şekilde başka eserlerden geniş  bölümlerin  aynen  alınmasının  caiz  görülemeyeceği,  davalının  davacı  eserinden  65 sahifeyi hiçbir değişiklik yapmadan aldığı, bu iktibasların yasanın öngördüğü koşullarda olmadığı, usulüne uygun kaynak gösterilmediği, iktibasın miktarının amacıyla mütenasip olmadığı gibi, usulüne uygun kaynak gösterilmemesi nedeniyle davalı eyleminin intihale dönüştüğü, davacının çoğaltma ve yayma haklarının ihlal edildiğinden FSEK’nun 68/1 nci maddesinde açıklanan telif tazminatını isteyebileceği, davacının umuma arz, adın belirtilmesi ve eserde değişiklik yapılmasını önleme hakları engellendiğinden, manevi tazminat talep edebileceği gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile maddi, manevi tazminatın davalıdan tahsiline, davalıların aynı kitabı yeniden çoğaltıp yayınlamalarının önlenmesine karar verilmiştir. (Yargıtay. 11. HD, 28.02.2008 tarih 2007/917  Esas, 2008/2291 Sayılı Karar)

Müzik Yayını-Telif Hakkı İhlali

Sanığın iş yeri sahibi ve sorumlusu iş yerinde yapılan tespitte ve bilirkişi raporunda, söz konusu müzik yayınının bilgisayar vasıtasıyla internet aracılığı ile yapıldığının belirtilmiş olmasına rağmen, hangi teknik araçla yapıldığı hususunun açıklanmadığı ve sanığın mahkeme huzurundaki beyanında internet üzerinden yayın yapan radyo kanalından müzik eserlerinin dinlenildiğini savunması karşısında,  bilirkişinin ve tutanak mümzilerinin beyanları da alınarak işletmede yapılan müzik yayınının, sanığın yayın akışını kendisinin kontrol ettiği ESERLER ile mi yoksa uydu, radyo vs. aracılığıyla yapılan bir yayından yararlanarak mı yapıldığı hususunun kuşkuya yer vermeyecek şekilde  tespiti ile sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekir. (Yargıtay 7 CD 10/01/2022 tarih ve 2021/18654 Esas, 2022/55 Sayılı Kararı)

Yabancı Müzik Eserleri-Şikayet Hakkı

Şikayetçi MESAM Meslek Birliğinin yabancı meslek birliği STIM ile "karşılıklı temsil sözleşmesi" imzaladığı, ancak suça konu yabancı eserlerin hak sahibi olan gerçek veya tüzel kişilerin şikayet ve temsil haklarını adı geçen yabancı birliğe devrettiklerine dair hukuken geçerli ve yeterli belgelerin kanuni süresi içinde dosyaya sunulmadığı;

Şikayetçi MÜYAP meslek birliği vekilinin sunmuş olduğu  müzik eseri ithal kayıt tescil belgelerine göre ise ithal eden şirketin suça konu yabancı eserlere ilişkin Türkiye’de kullanım hakkının yayma ve çoğaltma hakları ile sınırlı olup temsil hakkını içermediği gibi şikayetçi MÜYAP Meslek Birliği ile adı geçen şirket arasında "üyelik ve temsil sözleşmesi" imzalandığı ancak suça konu yabancı eserlerin hak sahibi olan gerçek veya tüzel kişilerin, temsil haklarını  adı geçen şirkete devrettiklerine dair hukuken geçerli ve yeterli belgelerin kanuni süresi içinde dosyaya sunulmadığı şikayetçiler MSG ve MÜYORBİR Meslek Birlikleri tarafından ise hak sahipliğine ilişkin herhangi bir belge sunulmadığı anlaşıldığından, davaya katılma ve hükmü temyize yetkisi bulunmayan  şikayetçiler vekilinin vaki temyiz inceleme isteğinin reddi gerekir.  (Yargıtay 7 CD 13/10/2021 tarih ve 2021/20544 Esas, 2021/12417 Sayılı Kararı)

Ticari İşletmede Müzik Yayını

Kişilerin cezai yönden sorumlu tutulmaları için 5237 sayılı TCK’nun 21. maddesinde düzenlenen ve “bilme ve isteme” olarak tanımlayabileceğimiz kastının olması gerekmektedir. Kastın oluşabilmesi için kişi, gerçekleştireceği eylemin bütün bileşenlerini bilmeli ve sonucunu istemelidir. Bu unsurun olmaması ceza hukuku açısından kasıtlı suçlar yönünden cezalandıramama sonucunu doğurmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, yayın akışı ve koşulları hususunda hiçbir tasarruf yetkisi bulunmaksızın, bir müzik eserini televizyon kanalı üzerinden yapılan yayın aracılığıyla “Marilyn Monroe Cafe” isimli işletmesinde müşterilerine dinletmekten/izletmekten ibaret eylemin hukuki ihtilaf niteliğinde olduğu nazara alındığında sanığın tazmini anlamda sorumluluğundan bahsedilebilir ise de, cezai yönden suç kastı bulunmadığı gözetilmelidir. (Yargıtay 7 CD 07/12/2021 tarih ve 2021/17209 Esas,  2021/16660 Sayılı Kararı)


E BANDROL SUÇLARI

Meslek Birliğinin “katılan” olma hakkı vardır

Gerek suç tarihinde gerekse hüküm tarihi ve hâlen yürürlükte bulunan 5846 sayılı Kanunun 75. maddesinde yer alan düzenlemeler uyarınca; kanun ve tüzük hükümlerine göre belirlenen alanlarda kurulmuş olan ve birliğe kayıtlı eser ve/veya bağlantılı hak sahiplerinin haklarının takibi ile kamu kurum ve kuruluşları, gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileriyle ilişkilerde üyelerinin devrettikleri haklar çerçevesinde üyelerini temsiline yetkili olan meslek birliklerinin, üyesi bulunan eser ve/veya bağlantılı hak sahipleri adına, eser ve/veya bağlantılı hak sahiplerinin devrettikleri haklar çerçevesinde şikâyetçi olma ve açılan kamu davalarına üyelerini temsilen katılma hakları bulunduğunun kabulü gerekmektedir.

Uluslararası sözleşmeler ve Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması amacına uygun olarak CMK'nun 234. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, sanık hakkında açılan kamu davasına katılma talebinde bulunan MÜ-YAP'ın duruşmalardan haberdar edilmesi zorunludur. Bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise CMK'nun 260. maddesi uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan MÜ-YAP'a gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerekir. (Yargıtay C.G.K. 10.07.2018 tarih ve 2018/19-181 Esas, 2018/349     Sayılı Kararı)


Zincirleme Suç

Sanığın 03.03.2013, 13.04.2013, 13.05.2013 ve 30.05.2013 tarihli eylemlerin kendi arasında zincirleme suç; iddianame ile hukuki kesinti oluştuktan sonra işlenen 17.08.2013 tarihli eylemin ise ayrı bir suç oluşturduğu gözetilerek sanığın ayrıca cezalandırılması yerine, tüm eylemler tek suç olarak kabul edilip TCK'nın 43/1. maddesi uyarınca uygulama yapılması yasaya aykırıdır. (Yargıtay 7. C.D.  13.10.2021 tarih ve  2021/12217 Esas, 2021/12426 Sayılı Kararı)

Sanığın, TCK'nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümleri kapsamında bulunan 29.01.2013 ve 15.07.2013 tarihli eylemleri nedeniyle 5846 sayılı Kanunun 81/4. maddesi uyarınca ayrı ayrı cezalandırılması yasaya aykırıdır. (Yargıtay 7. C.D.  22.09.2022 tarih ve 2022/4096 Esas, 2022/12462 Sayılı Kararı)

Sanık hakkındaki 07.09.2010, 13.09.2010, 28.09.2010 tarihli eylemlerin kendi arasında zincirleme suç; iddianame ile hukuki kesinti oluştuktan sonra işlenen 09.07.2011, 08.08.2011, 26.08.2011 tarihli eylemlerin zincirleme ayrı bir suç, 27.09.2011 tarihli eylemin bağımsız suç, 22.11.2011, 10.12.2011, 17.01.2012 tarihli eylemlerin kendi arasında zincirleme suç, 25.01.2012, 07.02.2012, 15.02.2012 ve 18.02.2012 tarihli eylemlerin ise kendi arasında zincirleme suç oluşturduğu gözetilerek hükümler kurulması gerekir. (Yargıtay 7. C.D.  21.11.2022 tarih ve 2021/12230 Esas, 2022/16574 Sayılı Kararı) 


Bandrol Suçlarında fikri içtima uygulanır

5237 sayılı TCK'nun 44. maddesinde “işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan cezalandırılır” hükmüne yer verilmiştir. Bir fiilden kastedilen, sanığın hareket veya hareketlerinin bir sonucu elde etmeye (bir suçu işlemeye) yönelik olmasıdır. Bu nedenle de fiilde, birden fazla hareketin bulunabilmesi karşısında; sanığa ait iş yerinde yapılan denetimde sahte bandrollü ve bandrolsüz  kitap ele geçirildiği nazara alındığında, sanığın tespit edilen eylemi TCK'nun 44. maddesi aracılığıyla 5846 sayılı Kanunun 81/9. maddesine uyar.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08/04/2014 tarih 2013/7-591 Esas 2014/171 karar sayılı kararında açıklandığı üzere, bandrol yükümlülüğüne aykırılık suçlarında suçun mağduru doğrudan eser sahipleri olmayıp toplumu oluşturan bireylerdir. 5237 sayılı TCK'nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisine göre, suçun mağdurunun toplumu oluşturan bireyler olması halinde tüzel kişiler suçtan zarar gören olmalarına rağmen suçun mağduru sayılmayacağından meslek birliklerinin şikayetçi olması halinde de durum değişmeyecektir. (Yargıtay 7. C.D. 17.02.2022 tarih ve 2021/21486 Esas, 2022/2937 Sayılı Kararı)

Sanığa ait stand üzerinde 39 adet farklı kitaplara ait bandrolleri olan kitaplar ile 370 adet bandrolsüz kitap ele geçirildiği anlaşılan somut olay, 5846 sayılı Kanun’un 81/4. maddesinde yazılı suçu oluşturur. (Yargıtay 7. C.D. 17.03.2022 tarih ve 2022/2229 Esas, 2022/5360 Sayılı Kararı)

Sanığın yetkilisi olduğu iş yerinde, 76 adet bandrolsüz ve 42 adet başka yayınlara ait bandrollü kitap bulunduğu iddiasıyla açılan kamu davasında, 29/08/2014 tarihli kitap tasnif tutanağına göre ele geçen 42 kitap ile ilgili olarak yapılan incelemede, 25 adedinin başka esere ait bandrollü, 5 adedinin kaydı bulunamayan bandrollü ve 2 adedinin ise barkod numarasının eksik olduğunun tespit edildiğinin anlaşılması karşısında,  5 adet kaydı bulunamayan bandrol ile 2 adet barkod numarası eksik bandroller hakkında bilirkişi raporu alınarak söz konusu bandrollerin sahte olup olmadığının tespiti ile sahte bandrol olduğunun anlaşılması halinde sanık hakkında 5237 sayılı TCK'nun 44.  maddesi aracılığıyla 5846 sayılı Kanunun 81/9. maddesine uyarınca; aksi halde ise 25 adet başka yayınevlerine ait bandrollü kitaplar ile 76 adet bandrolsüz kitap ele geçmesi nedeniyle TCK'nun 44.  maddesi aracılığıyla 5846 sayılı Kanunun 81/4. maddesi uyarınca hüküm kurulması gerekir. (Yargıtay 7. C.D. 14/02/2022 tarih ve 2021/21163 Esas, 2022/2529 Sayılı Kararı)

1 adet sahte bandrollü kitap, 134 adet bandrolsüz kitapları sattığı tespit edilen sanığın eyleminin TCK'nın 44. maddesi aracılığıyla 5846 sayılı Kanun'un 81/9. maddesine uyduğu gözetilmeden 81/4. ile 81/9. maddelerinden ayrı ayrı hüküm kurulması yasaya aykırıdır. (Yargıtay 19. C.D. 10.11.2015 tarih ve 2015/14018 Esas, 2015/6868  Sayılı Kararı)

Sanıktan ele geçen 98 adet kitabın 61 adedinin bandrolsüz, 36 adedinin orijinal ve bandrollü, sadece bir adet kitabın bandrolünün sahte olduğunun bilirkişi raporu ile tespit edilmiş olması karşısında; bir adet kitap üzerinde bulunan sahte bandrolün sanık tarafından tatbik edildiği veya sanığın bu kitabı bandrolünün sahte olduğunu bilerek  satışa sunduğu hususlarında her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmamasına rağmen sanık  hakkında sadece 81/4. maddesi uyarınca uygulama yapılması gerekir. (Yargıtay 19. C.D. 02/02/2016 tarih ve 2015/12050 Esas, 2016/1048 Sayılı Kararı). 

Manevi ve mali haklara tecavüz ve bandrol suçunun birlikte işlenmesi

Hükümden önce 17/07/2020 tarih ve 31188 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Anayasa Mahkemesi'nin 12.06.2020 tarih ve 2019/74 E., 2020/29 K. sayılı kararı ile, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun 23/01/2008 tarihli ve 5728 sayılı Kanunun 143. maddesiyle değiştirilen 81’inci maddesinin on üçüncü fıkrasında düzenlenen “Bandrol yükümlüğüne aykırılığın aynı eserle ilgili olarak 71’inci  maddenin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde tanımlanan suçla birlikte işlenmesi halinde, fail hakkında sadece 71’inci maddeye göre cezaya hükmolunur. Ancak; verilen ceza üçte biri oranında artırılır.” hükmünün iptal edilmesi ve 5237 sayılı TCK'nun 44’üncü maddesinde ise “işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan cezalandırılır” hükmüne yer verilmiş olması karşısında;

Somut olayda, sanığın eylemine uyan bandrol yükümlülüğüne aykırılık eylemi ile ilgili hak sahibi kişilerin hukuken geçerli belgeleri süresi içerisinde sunarak şikayetçi olması nedeniyle hem manevi, mali veya bağlantılı haklara tecavüz başlıklı 5846 sayılı Kanunun 71’inci maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen suçun hem de aynı Kanunun 81’inci maddesindeki sanığın eylemine uyan ve re'sen takibi gerektirmesi nedeniyle CMK’nun 253 ile devamı maddeleri uyarınca uzlaştırma hükümlerinin uygulanma imkânı bulunmayan bandrol yükümlülüğüne aykırılık suçunun oluşacağı ve TCK'nun 44. maddesi gereğince sanık hakkında en ağır cezayı gerektiren bandrol yükümlülüğüne aykırılık suçundan TCK'nun 81/4. maddesi uyarınca hüküm kurulup, TCK'nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümleri kapsamında bulunan ve kesinleştiği anlaşılan cezanın mahsubuna karar verilmesi ile yetinilmesi gerekir. (Yargıtay 7. C.D. 03.11.2022 tarih ve 2022/6220 Esas, 2022/15650 Sayılı Kararı)

Sanığın eylemine uyan bandrol yükümlülüğüne aykırılık eylemi ile ilgili hak sahibi kişilerin hukuken geçerli belgeleri süresi içerisinde sunarak şikayetçi olması nedeniyle hem manevi, mali veya bağlantılı haklara tecavüz başlıklı 5846 sayılı Kanunun 71’inci maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen suçun hem de aynı Kanunun 81’inci maddesindeki sanığın eylemine uyan ve re'sen takibi gerektirmesi nedeniyle CMK’nun 253 ile devamı maddeleri uyarınca uzlaştırma hükümlerinin uygulanma imkânı bulunmayan bandrol yükümlülüğüne aykırılık suçunun oluşturur ve TCK'nun 44. maddesi gereğince  sanık hakkında en ağır cezayı gerektiren bandrol yükümlülüğüne aykırılık suçundan hüküm kurulması gerekir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08/04/2014 tarih 2013/7-591 Esas 2014/171 karar sayılı kararında açıklandığı üzere, bandrol yükümlülüğüne aykırılık suçlarında suçun mağduru doğrudan eser sahipleri olmayıp toplumu oluşturan bireylerdir. 5237 sayılı TCK'nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisine göre, suçun mağdurunun toplumu oluşturan bireyler olması halinde tüzel kişiler suçtan zarar gören olmalarına rağmen suçun mağduru sayılmayacağından meslek birliklerinin şikayetçi olması halinde de durum değişmeyecektir.

Yerel mahkemece; UYAP kayıtları taranarak, sanık hakkında aynı suçtan açılmış başkaca ceza davası dosyalarının bulunup bulunmadığı da tespit edilip hukuki kesintinin iddianamenin düzenlenmesiyle gerçekleşeceği gözetilmek suretiyle sanığa ait kesinleşen dosyanın getirtilip incelenerek aslı ya da ilgili belgelerin örneklerinin dosya arasına konulması, eylemin TCK'nun 43. maddesi kapsamında değerlendirilmesi halinde kesinleşen cezanın mahsubunun düşünülmesi ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir. (Yargıtay 7. C.D. 27.01.2022 tarih ve 2021/21307 Esas, 2022/1792 Sayılı Kararı)

 

İddianamenin tanzimi suçta hukuki kesinti oluşturur.

Sanığın eylemlerinin suç ve iddianame tarihleri nazara alındığında, hukuki kesintinin iddanamenin düzenlenmesiyle gerçekleşeceği gözetilmek suretiyle, 01.07.2014, 12.09.2014, 23.10.2014 ve 21.11.2014 tarihli eylemlerin ayrı suç oluşturduğu gözetilerek sanığın buna göre cezalandırılması gerekirken, tüm eylemler tek suç olarak kabul edilip TCK'nun 43/1. maddesi uyarınca uygulama yapılması yasaya aykırıdır. (Yargıtay 7. C.D. 17.02.2022 tarih ve 2021/21270 Esas, 2022/2951 Sayılı Kararı)


Bandrol suçlarında TCK 43/2’nin tatbiki mümkün değildir.

5237 sayılı Kanunun 43. maddesindeki kişi tabiriyle kastedilenin suçun mağduru olması, haklara tecavüzün önlenmesi başlıklı 5846 sayılı Kanunun 81. maddesinde düzenlenen bandrol yükümlülüğüne aykırılık suçunda Dairemizin de benimsediği Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08/04/2014 tarih 2013/7-591 Esas 2014/171 karar sayılı kararında açıklandığı üzere suçun mağdurunun toplumu oluşturan bireyler olması, bandrol yükümlülüğüne aykırılığın aynı eserle ilgili olarak 71. maddesinin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde tanımlanan suçla birlikte işlenmesi halinde de bu durumun değişmeyeceği, zira 5237 sayılı TCK’nun hazırlanmasında esas alınan suç genel teorisine göre tüzel kişiler suçtan zarar gören olmalarına rağmen suçun mağduru sayılmayacak olup bu nedenle, tüzel kişiliğe haiz Yayıncılar Meslek Birliği ile ….. Yayıncılık A.Ş’nin şikayeti nedeniyle sanık hakkında TCK’nun 43. maddesinin 2. fıkrasının uygulanma imkânı bulunmadığı halde anılan fıkra uygulanarak fazla ceza tayini yasaya aykırıdır. (Yargıtay 7. C.D. 07/02/2022 tarih ve 2021/19154 Esas, 2022/1847 Sayılı Kararı)


Bandrol suçlarında TCK 43/1’in tatbiki gerekir

Sanık hakkında  5846 sayılı Kanunun 81/4.  maddesi uyarınca belirlenen hapis ve adli para cezasından TCK'nun 43/1. maddesi uyarınca artırım yapılırken hesap hatası sonucu fazla ceza tayini yasaya aykırıdır. (Yargıtay 7. C.D. 10.11.2022 tarih ve 2022/5643 Esas, 2022/16025 Sayılı Kararı)